Sizlere ecdadımızın Avrupa’da askeri olarak vardığı son noktadan Avusturya Viyana’ dan sesleniyorum ve tüm aramalarıma rağmen hala kanguru bulamadım, öğrenin artık Avusturya’da kanguru yok!! “There are no kangaroos in Austria!” “Es gibt keine Kängurus in Österreich!” . Yazının ilk halini akilane.com sitemizde yayınlamıştım bir zamanlar, tabii ki zaman içerisinde o yazıda yaptığım bazı hataları düzeltme, bazılarının doğrusunu öğrenme ve daha doğru etüt etme şansını buldum. Aslında oldukça uzun olan bu yazıyı daha Turistik bir tanıtım amacı olması için kısalttım hatta bazı gezi yerlerini ayrı yazılarda anlatacağım için onlarıda sadece isimleri ile geçiştireceğim. Fotoğrafların çoğu bana aittir akıllı olun, en azından kullanmadan önce sorun, bana ait olmayanların altına linklerini koyacağım ya da alıntı diye belirteceğim, şimdi anlatıma geçelim.
Viyana orta Avrupa’ nın ortasında yer alan iki kere kuşattığımız bir kere bile alamadığımız, Avusturya’ nın ve bana göre dinlemiyor olsam bile klasik müziğin başkenti. Nedense kış aylarında yazın bile karanlık ve soğuk olduğunu düşündüren, fakat yazın bunaltıcı derecede rutubetli ve sıcak olabilen bir kenttir Viyana. Merkezi konumu itibari ile kısa yolculuklar yaparak Prag, Bratislava, Budapeşte ve Zagreb’ e ulaşabildiğiniz dolayısı ile “fetih edilmesi neden önemliydi?” sorusunu belki de bu sayede anlayabildiğiniz bir nokta. Kısaca bana göre her şeyin ortası 🙂 kahveler ne sıcak ne soğuk, kekler ne tatlı ne ekşi, insanlar ne yakın ne uzak, ne kadar kibarsa o kadar ters, ne kadar cana yakın ise o kadar soğuk. Tavşan boku gibi ne kokar ne bulaşır.

Viyana tarih süresince gösterdiği varlığı ile pek çok eseri barındıran, turistik anlamda geze geze bitiremeyeceğiniz bir kenttir. Bana kalırsa tüm güzellikleri ile görebilmek için 1 haftaiçi kalmak gerekli. Viyana pek çok büyük Avrupa kenti gibi bir nehir kenarında ve Avrupa’ da belki de en çok kentin kenarına kurulu olduğu Tuna (Donau) nehri kıyısında yer alıyor. Kentte küçük iniş çıkışlar bulunsa da nerede ise düz bir arazide kurulu olduğunu söyleyebilirim, Tuna nehri kenti ikiye bölüyor diye duyabilirsiniz, ama aslında ikiye değil daha çok 3/2 ye bölüyor, Tuna güneyinde kalan yerleşim alanı daha büyük ve yoğundur. Diğer ülke ve şehirleri bilemem ama burada ilçeler numaraları ile anılıyor, hatta yeni nesil pek çok Avusturyalılardan dahi ilçelerin gerçek isimlerini bilmeyenler çıkıyor. Toplam 23 ilçesi var.
Birazda siyasal ve demografik yapıya değineyim. Ülkenin siyasi geçmişine pek değinmek istemiyorum ama ülkede 3 büyük parti var ve bunlardan 2 si ezelden var, biriside ideolojik olarak hep vardı zaten. Viyana genel olarak Sosyalist bir kent olarak tanınabilir, bunun en büyük sebebi sosyal devlet tanımını sonuna kadar hak etmesi ve iktidarda çoğunluk ile Sosyalist partinin bulunması olabilir ama iniş çıkışlı bir yönetim de söz konusu. Son yıllarda Milliyetçi partinin oylarında ciddi bir artış var fakat bu oyların tamamının Avusturyalılara ait olduğu söylenemez, siyasi anlamda pek temiz olmayan işlerin döndüğü gayet ayan beyandır buralarda. Ülke eyalet sistemi ile yönetilmektedir, Viyana’ da ülkenin en küçük yüzölçümüne ve tek kente sahip olan aynı zamanda da Başkent sıfatını taşıyan eyaletidir. Bu yapısı ile sadece Viyana’ ya özel olarak Eyalet Başbakanı aynı zamanda kentin Valisi/Belediye Başkanı görevini de yürütmektedir. Aynı şekilde ilçe belediyelerinde de Belediye Başkanı sıfatı kullanılıyor ama yetki olarak bizdeki anlamı ile Kaymakam ve Belediye Başkanı karışımı bir yönetim söz konusu.
Demografik yapıda yabancı nüfusunda Türkler 1. Sırada görünüyorlar ama aslında Yugoslavlar birinci, fakat Sırp, Boşnak, Hırvat, Sloven, Makedon, Kosovalı, Karadağlı diye uzayan bir listede yer aldıkları için Türklerin gerisinde kalıyorlar. Ekim 2011 itibari ile yayınlanan resmi istatistiklerde kentteki yabancı oranı %33,3 ama buna vatandaşlık almış olanlar dahilmi bilmiyorum, bazı ilçelerde bu oran %45 gibi. Müslüman nüfus içerisinde de yine Türkler en kalabalık ama en dağınık topluluk olma özelliklerini burada da koruyorlar. Yabancı kimliğine değinmek gerekir ise bu her sene gazetelerde yayınlanan lanet olasıca “Dünyanın en yaşanılır kentleri” listesi nedeni ile binlerce insan koşa koşa buraya gelmeye çalışıyor ve geliyor da. Tekrar göz atarsak Türkler, Yugoslavlar, Polonyalılar, Slovaklar, Hintliler, Filipinliler, Bangladeşliler, Ukraynalılar, Romenler, Bulgarlar, Makedonlar, Arnavutlar göçmen olarak geliyorlar, bunların dışında Çeçenler, Dağıstanlılar, Kosovalılar, Karadağlılar savaş mağduru ya da mülteci olarak geliyorlar. Ama son iki yılın sürprizi Almanya, şu an göçmen sıralamasında birinciliği ele geçirdiler önce başıboş ayyaş takımı geldi, sonra bedava üniversite okumak isteyen beleşçileri, sonrada Almanya’ da bir halt olamayan okumuş takımı tabii ki dil avantajı ile 2-0 önde girdikleri kentte ne üniversitede yer ne de kaliteli işlerde yer bıraktılar ama kalitesizliklerini de yanlarında getirdiler, sorsanız hepsi Viyana’ ya âşık ama burayı salaş bir Alman kenti yapmak için her gayreti de sarf ediyorlar, verschwindet lan.
Viyana’ da şehircilik anlamında muntazam bir kent ile karşılaşacaksınız, ızgara gibi döşenmiş parsellerde bizim cadde dediğimiz yerlerin burada sokak, bulvar dediklerimizin cadde olduğunu görünce acaba bu bulvarlar bizde olsa adına ne derdik diye düşünüyor insan ister istemez. Her yere giden tramvaylar ile onların gittiği ve gitmediği yerlere giden otobüsler, 2 milyonluk kent için 5 tane metro hattı ve bir sürü banliyö hattı ile aptal olsanız kaybolmayacağınız bir de ulaşım sistemleri mevcut. Kişi başına düşen yeşil oranı kafanıza değecek kadar çok, her semtte sürüsü ile çocuk parkı ve ağaçlık alan bulunuyor, bunun dışında yol kenarlarında ağaçlık alanlar çokça var ve tabii ki Erholungsgebiet denilen kent içi sayfiye alanları anlatmak ile tarif edilemez. Bu alanlar şehir içinde olduğu gibi bırakılan yeşil alanlardan değil, 1970-80 lerde özel olarak inşa edilen alanlardan oluşuyor. Göletler, bisiklet ve yürüme yolları, içinde yaşayan küçük hayvanlar ile bir cadde geçerek ulaşabildiğiniz doğa benim için oldukça hayret verici, tabii buralara giriş için ücret ödememekte cabası.
Turist olarak Türkiye’ den buraya gelirken büyük ihtimalle havayolunu kullanacaksınız dolayısı ile şehre erişim imkânlarını anlatmakta fayda var. THY nin ve Austrian Airlines’ ın her gün karşılıklı seferleri var, ayrıca Sunexpress ve Pegasus Airlines ta dönemsel olarak uçuş gerçekleştiriyorlar. Havalimanından şehre erişim için birkaç seçenek var. Bunlar shuttle otobüs seferleri, Schnellbahn dedikleri bizdeki banliyö sistemi, CAT (City Airport Train) isimli ekspres tren seferi, param çok diyorsanız normal taksi ya da özel olarak çağırabileceğiniz havalimanı taksi servisi gibi seçenekler var. Peki, biz hangisini kullanalım derseniz ben otobüs derim çünkü daha merkezi noktalara giriyor ve sizi daha çok seçeneğe ulaştırıyor. Schnellbahn ile bir aktarma yaparak Merkez Gar yani Hauptbahnhofa (eski Südbahnhof) da gelebilirsiniz ama pek hızlı bir yolculuk değil, CAT ise her ne kadar ekspres ve hızlı olduğu iddia edilse de sizi sadece U3/U4 metro hatları ve banliyö hatlarının geçtiği Landstrasse/Wien mitte istasyonuna kadar götürüyor.
Kalacak yer konusunda yine çok çeşitlilik söz konusu. Pansiyonlardan tutunda orta halli 3 yıldızlı hoteller, 4 ve üzeri 5 yıldızlı lüks oteller mevcut, pek çok ülkede olduğu gibi burada da gitmeden önce internetten rezervasyonlar yapabiliyorsunuz, merkezin çok dışına çıkmadığınız sürece aslında kaldığınız otelin uzaklığı ile ilgili pek problem yok çünkü muhakkak bir toplu taşıma aracı ile max. 30 dakika içerisinde gezilecek görülecek yerlere varabilirsiniz. Hosteller de dahi fiyatlar 20 € civarında başlıyor, grup olarak gidiyorsanız hostel seçeneğini değerlendirebilirsiniz ama kaliteli bir ortam istiyorum derseniz iyi oteller iyi para, orta seviye ve merkezde yer almayan otellerde dahi odaların geceliği 40-50 € dan başlamaktadır.
En yoğun gezilecek ve görülecek yer tabii ki 1. Viyana sınırları içerisinde kalıyor, burada ayak üstü gezmek isterseniz bir günde tamamlarsınız ama tam anlamı ile keşfetmek için bir günden fazlasını harcamanız gerekebilir. Bu daha çok sizin tarzınız ile alakalı, gezmeye geldim erken kalkarım akşama kadar koştururum derseniz 1 gün yeter, rahatım yemeğimi yerim, koşturmam, çok fotoğraf çekerim derseniz yetmez. Benim önerim gezinize Ring Strasse üzerindeki Opern’ den başlamanız. Burada ilk olarak Opera binası ile karşılaşırsınız, Opera binasının yanından yukarı doğru ilerlediğinizde çeşitli dükkanların bulunduğu geniş ve cıvıl cıvıl bir cadde sizi karşılayacak, bu caddenin bitiminde Stephans Platz’ a varıyorsunuz. Opera binası ve daha pek çok yüzyıllık binanın bulunduğu Operngasse de herhangi bir metro altgeçidine girdiğinizde sizi boylu boyunca uzanan bir yer altı çarşısı karşılar. Bu çarşının bir ucu KarlsPlatz’ a uzanır, burada yürürken durmadan birileri size yaklaşıp “brauchst du etwas?” gibi bir şey diyecektir eğer esrarkeş ya da müptezel değilseniz kaale almayın, esrarkeşseniz neden Amsterdam’ a gitmediniz?
Karlsplatz pasajı ve metro çıkışlarında ortalık yerde elinde iğne kolunda serum lastiği ile dolaşanlar görürseniz uzak durun normalde size zarar verecek durumda olmazlar ama elindeki iğnenin steril olma ihtimali bence %1 bu sebeple dikkatli olun. Bir de neden kimse bunlara bir şey yapmıyor ya da polis niye bu tipler ile sohbet ediyor konusunu kafanıza fazla takmayın çünkü bu kadar zamandır bunun sebebini bende anlamadım, ha bu bahsettiğim pasajın çıkışıda karakoldur 🙂 Gerçi bu alanda bir yenileme işlemi başlatıldı bunun sonrasında Karlsplatz pasajının sosyal ve yaşayan bir alan olacağı meydanında eskisi gibi canlanacağı iddia ediliyor ama şu ana kadar gerçekleşen tek şey Junkie lerin pasajın Karlsplatz çıkışından Operngasse çıkışına terfi etmeleri oldu, hakikatten ciddi bir statü değişimi yani. Karlsplatz ile Opern arasındaki caddenin batıya doğru paralelinde kalan caddede THY ofisi yer alıyor, olur ya lazım olursa çok aramayın.
Stephans Platz daki St. Stephans Dome yani katedrali muhakkak göreceksiniz, bir kaç yıldır dış cephesi tadilatta idi bu aralar bitmiş olması lazım. Yapılan bölümler oldukça göz alıyor, değişik süslemeli çatısı ve tamamen taş işçiliği ile inşaa edilmiş kulesine de çıkabilirsiniz. Gotik/barok karışımı stili ile enteresan bir yapı, duvarlarının dip kısmındaki renk oyunları ise mimarın bir becerisinden ziyade votka/redbull – bacardi/cola karışımlarının eseri buralarda eceli gelen köpekler cami bulamadığı için Dome un duvarını tercih ediyorlar. İçinde çeşitli ikona ve cam süslemeleri dışında olmazsa olmaz freskler var, bunlardan birinde camdan bakar gibi elinde mimar cetveli tutan adamın katedrali inşaa eden mimar olduğu söyleniyor. Yine katedralin içerisinde Osmanlı bayraklı bir askeri yere düşürerek üzerine çıkmış bir asker resmide var, içerisi bana göre çok kasvetli, hiç aydınlık ve ferah değil ve nedense sıkıcı. Bilmiyorum ben her gittiğimde kendimi rahatsız hissettim, belki de kendimi ait hissetmediğim ya da orada olmamın istenmediğini hissettiğim tek yer burasıdır Viyana’ da.


Burada bilinen tek gerçek çekilme esnasında Türklerin geride bıraktıkları kahve kazanları ve kahve çuvallarının bunların ne olduğunu bilmeyen Avusturya halkı ve askerleri tarafından yakılması düşünülürken uyanık bir tüccar tarafından üç otuza satın alınıp işlenmesi ve satılması ile bugün Avrupa’ nın bilinen en meşhur ve iyi kahvelerine sahip şehrinin Viyana olduğu. Bu kadar basit mi derseniz bilemem, benim bildiğim bu kadar basit. Stephans Dome ziyaretinizden sonra hemen önündeki at arabaları ile bir Ring turu yapabilir ve 1. Viyana’ yı görmüş sayabilirsiniz. Tavsiye eder miyim? Hiç binmedim ama çok pahalı ve gereksiz olduğunu duydum 🙂 zaten oraları gezmek için yürümek zorundasınız at arabası ile gezmek bana göre bir ekstra sağlamaz.

Resim çekme faslından sonra ilk seçenek bir daha buraya dönmeyecek iseniz Mozart’s Haus, Mozart’ ın evi olarak bilinen bina olabilir. Gerçek Mozart evi Salzburg’ ta ama burada turizmin nimeti olan parayı sonuna kadar sömürebilmek adına Mozartlı bir sürü şey var, umarım ailesi hayattadır ve bu ticaretten hak ettikleri payı alıyorlardır, ben hiç içine girip dolaşmadım. Bu bölgeden geziye devam etmek için en doğru seçenek Katedralin karşısında kalan gezi caddesi olan Graben üzerinden yürümek, burada çok çeşitli heykeller ve anıtlar önünden geçeceksiniz, burası aynı zamanda kentin en pahalı semtidir, her şey paradır desem yalan olmaz.
Graben caddesinden sola doğru devam ederseniz Michaeler Kirche (Kilisesi) ile biraz aşağısında at heykelleri ile donatılmış bir bina göreceksiniz bu bina İspanyol Okulu tam olarak ne öğretiyorlar bilmiyorum ama atlarla ilgili olduğunu ve at binicilerinin gösteri yaptığını biliyorum. Bu okuldan Ring caddesine inerken hemen Hofburg sarayına ve Heldenplatz’ a çıkıyorsunuz. Bildiğim kadarı ile burası Habsburg hanedanının kışlık sarayı daha çok Kraliçe Sisi’ nin evi olarak biliniyor. Aynı zamanda buradaki büyük avlu ve taraça Hitler’ in halka topluca ilk hitap ettiği ve Nasyonal Sosyalizm i anlattığı yer.

Hofburg’ un içinde Kraliçe Sisi’ nin mücevherleri ve odasını görebilirsiniz, tercih meselesi ben hiç görmedim, Hofburg’ un karşısında ise Naturhistorisches Museum yani Doğa Tarihi Müzesi yer alıyor, bahçesindeki çoluk çocuk heykel Kraliçe Maria Theresa sanırım 18-19 çocuğu varmış kendisinin 🙂 Bu müzeyi görmenizi tavsiye ederim oldukça geniş bir envanteri var tabii sadece binaları görmek bize yeter diyorsanız bahçesini ve binayı resimleyin yok müzeleri de gezerim diyorsanız en az 1 gününüz Hofburg çevresinde geçecek demektir.

Hofburg’ un kapısından Doğa ve Sanat Tarihi müzelerine bakarken sol tarafınızda kalan alan Burggarten olacak, burada insanlar sere serpe bütün gün çimenlere uzanırlar, tabii güneş var ise. Parkın içinde Mozart heykeli arkasında ise Kelebek Evi yani Schmetterlinghaus var, burası bir kelebek bahçesi, kelebeklere meraklı iseniz gezebilirsiniz, bayağı bir ziyaretçisi oluyor ama içerisi tropik bir ortam olduğu için biraz rahatsız edici. Sağ tarafınıza devam ederseniz hemen Volksgarten in önünden geçeceksiniz, yolun karşısı ise Parlamento binası. Parlamento binasının kapısına kadar çıkıp resim çekilebilirsiniz, rahat olun ülkenizde değilsiniz kimse gelip “ne çekiyon hemşerim ne ayaksın” demeyecek, tabii şüpheli hareketleriniz yoksa!!

Biraz daha ileride Rathaus ve önünde yer alan Rathaus Park’ a geleceksiniz, burası çok güzel bir yer her tarafta banklar yemyeşil ve temiz, kitap okuyan insanlar çocukları ile çimenlerde yayılanlar. İstanbul gibi bir yerden gelince insan hakikaten gıpta ediyor, kimse çimenlere oturmayın demiyor (gerçi artık bizde de serbest galiba) çünkü serbest ve bence çok güzel huzurlu bir mekan benim çok hoşuma gidiyor bu bölge. Ayrıca Rathaus önündeki büyük alan sürekli olarak çeşitli aktiviteler için kullanılır hatta çoğu zaman bu binanın alt katıda organizasyonlara dahil edilir. Özellikle kışın ardı arkası kesilmeyen etkinlikler ile bütün Viyana buraya muhakkak gelir.
Eğer kış döneminde yani yılbaşı döneminde Viyana’ ya gitmiş iseniz sizi soğuk hava ile birlikte çeşitli yılbaşı eğlenceleri de karşılayacak bunların en keyiflisi Christkindl Markt, pek çok ilçede kurulu ama en büyüğü ve ünlüsü Rathaus bahçesinde kuruluyor özellikle çocukları sevindirecek ufak çaplı eğlence oyuncakları yanında küçük dükkanlardan alışverişler yapabileceksiniz, soğuk havada bir Punch içip bir de sarmısaklı Langosh yedinizmi soğukla bir alakanız kalmaz.
Bir sonraki bina Üniversite binası ve arkasında kalan Votiv Kirche, bu bina da çok eski bir kilise binası, ilginç bir mimariye sahip, turistler içine giriyorlarmı bilmiyorum ama oradan geçen herkes resmini çeker. Buradan sonra Schottenring e kadar bir şey yok, buraya vardığınızda Tuna Kanalı ile karşılaşacaksınız, burası daha çok günlük sporunu yapmak isteyenlerin uğrak mekanıdır, kanal boyunca yürüyüş ve bisiklet yolları, aralarda basketbol ve voleybol sahaları ile aktif insanlar için nimet bir alandır.
Viyana’ daki ziyaret amacınız daha çok kültürel ise müzeleri gezmek isteyebilirsiniz, burada her şey için bir müze var diyebilirim. Doğa tarihi müzesini zaten önermiştim, kraliyet ile ilgili müzeleri isterseniz gezebilirsiniz, bunun dışında Karlsplatz’ da yer alan Viyana Kent Müzesinde Türk Kuşatması ile ilgili pek çok şey göreceksiniz. Kentin o zamanki durumunu ve gelişimini gösteren büyük maketler, kuşatmayı gösteren yağlı boya tablolar, Türkler’ den geriye kalan silah ve elbiseler ile kentin tarihi geçmişine küçük bir göz atabilirsiniz. Ayrıca Doğa tarihi müzesinin hemen arkasında Museumsquartier denilen bir alan var, burada genellikle enteller ile danteller bir arada bulunurlar, eğlencelidir, etrafınız müzeler ile çevrili olduğu için istediğinizi dolaşabilirsiniz. Bana göre kent bir açık hava müzesi olduğu için pek kapalı yerlere girmiyorum.

Eh ilk günü 1. Viyana’ da heba ettiğinizi düşünerek ikinci güne kazançlı başlayın ve kendinizi biraz eğlendirin, nasıl mı? Metro haritasını elinize alın ki bence gitmeden internetten çıkış alın. Prater durağını bulun sonra en yakın istasyondan Prater’ e yolculuğa başlayın. Prater ne mi? Bir lunapark içinde ve bin bir çeşit delice eğlence makinesi bulunan mazoşist ve sadistlerin uğrak yeri, eğlence adına yapılabilecek her türlü deliliğin bulunduğu bir yer. Ben kısaca böyle tanımlıyorum az adrenalinden çok adrenaline derecelendirebileceğim makinelerden istediğinizi deneyin, dönme dolaba binin, bunun Avrupa’ nın en büyük dönme dolabı olduğunu bir yerlerde okudum ama büyüklük ne ile onu anlamadım Paris teki de büyüktü! Londra’ nın şehir siluetin de kullanılanda büyük, ee bunun nesi büyük ben sadece büyük olarak kabinlerini gördüm büyük ve yavaş, iyi bir şehir panoraması almak için ideal bir seçenek. Prater’ de sıkılır ya da yorulur iseniz hemen arka tarafında yer alan Prater Hauptallee ye geçerbilirsiniz, burada iki tarafı büyük ağaçlar ile kaplı büyük yollar var, çok kalabalık olur genellikle ama nefes alınabilen güzel yerlerden birisidir. Prater Hauptalle’ den iki kare vereyim, bu havada burada koşan insanlar var yahu 🙂 hava güzel olduğu zamanlarda burada insanlar koşar, yürür, köpek gezdirir, çocuk gezdirir, futbol oynar, devasa bir alan, ama bugün kar yağışında bile çocuk arabası iterek koşan kadınlardan, kızakları ile gelenlere kadar pek çok insan vardı.


Bu resimlerde Lilliputbahn denilen küçük tren hattının bir istasyonu ve yolları, bahar geldiği zaman açılıyor ve sonbahar bitimine kadar açık kalıyor, açıldığı zaman bir de drezin yarışması düzenlenecek.



Liliputbahn olarak adlandırılan tren sistemi ile ilgili incelememi buradan okuyabilirsiniz.
Burada bir tam gün harcamayacağınızı düşünerek O harfli tramvaya binmenizi öneriyorum. Praterstern tren garı önünden O hattına ve sondan bir önceki durak olan Quartier Belvedere durağında inin, bu durağın karşısında Belvedere sarayı var. Belvedere sarayını da muhakkak gezmelisiniz bahçesine giriş parasız, içinde bir çiçek bahçesi de var ama geziye kapalı bunun dışında etrafta bol bol resim çekebilirsiniz, sarayın içinde ise ülkenin ismi bilinen tek ressamı olan Gustav Klimt’ in eserleri var.


Sarayın yanındaki sokaktan aşağı doğru yürüdüğünüzde sol tarafınızda bir takım ülke bayrakları göreceksiniz bunların arasında Türk bayrağı da var, burası konsolosluklar bölgesi ve bu binalarda konsolosluk binalarıdır, buradaki bina Türkiye Cumhuriyetine ait olmakla birlikte konsolosluk hizmetleri buradan taşındı ama halen Büyükelçilik binası olarak hizmet veriyor. Konsolosluk ile bir işiniz olur ise U4 metro hattı ile Hietzing durağına ulaşmanız ve buradan 58 ya da 60 tramvayı ile bir durak gitmeniz gerekiyor, Konsolosluğun yeni yeri Hietzinger Hauptstrasse üzerinde, olur ya başınız sıkışırsa bilmenizde fayda var.
Bu ipucundan sonra tekrar Belvedere bölgesine dönelim 🙂 yolu aşağı doğru takip düzlüğe indiğinizde yolun sağında bir heykel göreceksiniz, bu heykel Ruslara ait ve kaldırılmama antlaşması imzalanmış. Konulma sebebi ise Rus işgalinin sona erdirilmesi, ikinci dünya savaşının sonlarında Avusturya Rusya’ dan askerlerini çekmesini istiyor, Rusya zaten savaş yorgunu olmanın sebepleri ile çekilirim ama bu meydana bir heykel dikeceğim ve bu heykel hiçbir zaman kaldırılmayacak diyor, Avusturya bu kadar ucuza kurtarmanın sevinci ile kabul ediyor ve heykel yapılıyor. Şehir efsanelerine göre heykelin önünde yer alan büyük fıskiyeli havuz yıllar sonra Avusturyalılar tarafından inşa ediliyor, amacının ise tam kapasite çalıştırıldığında fıskiyenin heykelin görüntüsünü kapatmak olduğu iddia ediliyor, bana pek inandırıcı gelmiyor ama eh işte anlatılıyor 🙂

Bu bölgedeki gezinizi tamamladı iseniz ve yazın geldiğinizi varsayar isek size 3 adet dinlenme alanı önereceğim. Bu alanlardan ikisine ulaşmak için 10. Viyana ilçesine geçmelisiniz, buraya en kolay U1 metro hattına binerek şu anda son durağı olan Reumanplatz’ da inerek ulaşırsınız. Buradan 67 numaralı tramvayın Otto Probst Platz istikametine binin ve son durağında inin, gidiş istikametinde sağ tarafınız Wienerberg sayfiye alanı. Burada bir gölet var, küçük ormanlık alanlar çayırlar, toplaması serbest kiraz ve erik ağaçları, koşu patikaları, gelincikler ve böcükler içinde atıştırın dinlenin kendinizi ve şehri dinleyin, şehri duyamayacaksınız içindesiniz ama bir o kadar da uzaktasınız güzel değil mi?
İkinci önerim bence çok daha güzel bir yer, şu an üst kapısına giden otobüsün numarasını hatırlayamadım. Reumannplatz’a gelip buradan 67 tramvayının Therme Wien Oberlaa istikametine binerseniz son durağı Termal havuzların bulunduğu Oberlaa dır. Buradan biraz yukarı yürüyerek ulaşacağınız parka Vik diyorlar, bunun sebebini bilmiyorum ama benim bildiğim parkın ismi Kurpark Oberlaa. Burası da Wienerberg gibi Sosyalist belediyeler döneminde inşa edilmiş yapay bir park aslında. İçinde yapay göletler, keçiler, koyunlar ve bol miktarda ördek var. Çocuk parkları, kaykaycılar ve bmx ciler için özel alanlar yanında ekstra 😉 burası çok güzel, keyifli vakit geçirebileceğiniz bir alan görmenizi tavsiye ederim.


Oberlaa ise bir havuz, daha doğrusu içinde havuzlar, saunalar, fizik terapi merkezi, masaj merkezi, romatizmal hastalıklar merkezi gibi alanlar bulunan bir tesis. Genellikle orta yaş üstü insanlar rağbet ediyor, bazı gün ve saatlerde çocuklara ücretsiz olduğu için o gün ve saatlerde ailelerde burayı doldururlar. Viyana’ da nerede ise her ilçede belediyeye ait havuzlardan en az bir tane var ve fiyatları Oberlaa ya göre çok uygun, gitmişken bence bir tanesini deneyin derim.
Oberlaa da yer alan Therme Wien ile ilgili aşağıdaki linki incelemenizi öneririm
http://thermewien.panograf.at/
3. önerimde Tuna’ nın kuzeyinde yer alan Tuna Parkı yani Donaupark olacak. Buraya’ da yine U1 metro hattı Alte Donau durağından ulaşabiliyorsunuz.

Park oldukça geniş bir alana 40 yıl önce kurulmuş, parkın içerisindeki Donauturm yani Tuna Kulesi turistlerin uğrak noktası, aslında bana sorarsanız sadece bir televizyon kulesi ve bir restorandan ibaret ama turistlere panoramik Viyana manzarası adı altında pazarlanıyor, kuleye son zamanda bir de bungee jumping platformu eklenmiş ayrıca bu platformdan yukarıda kalan anten kulesine de tırmanma aletleri ile tırmanış yapılabiliyor, ne gerek var bilmiyorum ama adrenalin herhalde 🙂
Ayrıca park içerisinde bir de küçük tren hattı var.
Parkta benim dikkatimi çeken bir iki şey daha oldu bunlardan birisi Azerbaycanlı bir kompozitor olan Üzeyir Hacıbeyov adına yapılmış büst ve kim olduğunu anlatan kitabe idi, Azeri Türkçesi ile yazılmış bilgileri anlamakta tabii ki zorlanmadık.
Yine parkın bir köşesinde anarşistlerin büstlerini yapmışlar 🙂 😀 hehe tabii ki bu işin esprisi idi, bu kısımda Güney Amerika’ da yer alan ülkelerin özgürlüklerini kazanmalarında rol oynayan bazı kişilerin büstleri yer alıyordu, ama Che’ nin büstü hiç ona benzemiyordu bence gerçekten kötü bir çalışmaydı.




3. günde iyice dinlendi iseniz sizi uzun uzun gezebileceğiniz bir yere götüreceğim, Schloss Schönbrunn, Türkçesi Güzel Çeşme Sarayı gibi bir şey oluyor. Merak etmeyin Almancada da Türkçe de olduğu gibi böyle isimler ve isimlendirmeler var. Her ne ise, Schönbrunn sarayı ve tabii ki gezmeye doyamayacağınız Schönbrunner Tiergarten yani SchönBrunn Hayvanat Bahçesine U4 metro hattı ile ulaşıyorsunuz. Tabi aslında bu bulunduğunuz noktaya göre değişen izafi bir kavram belki sizin bulunduğunuz yerden tramvay ile de geliniyordur ya da otobüs ben 1. Viyana’ dan en hızlı yolu tarif ediyorum. U4 hattına diğer metro ve tren hatlarından 8 noktada aktarma yapabiliyorsunuz, herhangi bir durağına ulaştığınızda Hütteldorf istikametine binin, Sarayı ziyaret edecekseniz Schönbrunn durağında inin yok direkt Hayvanat bahçesine gidecekseniz Hietzing durağında inin.

Schönbrunn bildiğim kadarı ile Kraliçe Sisi için yapılmış bir saray, yazlık mı kışlık mı bilmiyorum, açıkçası ben bunların yazlığı ile kışlığı arasında bir farkta göremiyorum, 3 sefer gitmeme rağmen sarayın içine de hiç girmedim, çok güzel olduğu söyleniyor. Eğer Vienna Card sahibi iseniz bu müzelerde indirim alabiliyorsunuz ve tüm odaları gezmek 20 euro gibi bir paraya patlıyor ben değip değmeyeceği konusunda bir yorum yapamıyorum ama kültürel bir gezi yapıyorum derseniz gezin görün derim. Sarayın bulunduğu bölümden de hayvanat bahçesine geçebiliyorsunuz bunun için arka bölüme girmeniz lazım. Buraya vardığınızda sizi Belvedere sarayındakine kısmen benzer bir görüntü karşılıyor alabildiğine dümdüz uzanan ve çiçekler ile bezeli bir bahçe, bahçenin diğer ucunda bir duvar ve duvardan akan şırıl şırıl sular. Bu büyük şelalemsi çeşmenin hemen arkasında dik bir bayır ve bayırın üstünde kapı görünümlü bir yapı var, bu yapı Romalılardan kalma ve zaten tipik bir Roma yapısı, sanırım bir zafer Takı. Burada büyük bir havuz içinde ördekler, kenarda koşturan hırsız sincaplar arasında yine soluklandıktan sonra isterseniz bu kapının alt kısmına açılmış olan Wiener Kafe Hause’ da kazıklanabilir ya da taraçaya çıkarak çok daha güzel kareler için deklanşöre basabilirsiniz.

Yine benim önerim olarak, eğer sarayı gezdi iseniz ve ilginizi çekiyor ise hayvanat bahçesi için başka bir günü ayarlayın çünkü gerçekten dinlene dinlene keyfini çıkararak gezin, sarayı gezmek gidiş dönüş en az yarım gününüzü alacak bu sebeple geri kalan yarım günde koştura koştura gezmemeniz için bunu söylüyorum yoksa siz bilirsiniz. Schönbrunn Hayvanat bahçesi her yıl aralarına katılan küçük yavrular ile çok şenlikli bir yer giriş yetişkin 10 euro gibi bir rakamdı, çocuklarda 5 yaşın altına para alınmıyor ayrıca küçük çocuk ve öğrenci ücretleri de var, benim bu hayvanat bahçesinde en sevdiğim bölüm fok balıklarının olduğu yer ve pandalar. Son ziyaretimizde bir fokun doğumuna şahit olmak çok değişik bir tecrübe idi. Yine kutup ayılarının 2-3 metrelik duvardan suya atlamaları çok keyifli sahneler. Burayı size ayrı bir başlıkta bol resim ile anlatmak istiyorum.

Bir başka hayvanlar ile ilgili gezilebilecek mekan Haus des Meeres’ e muhakkak gidin derim, çok özel bir yer olmasa da su canlıları ve sürüngenlerin bulunduğu müzemsi bir alan tabi hayvanlar canlı 🙂 Ben buraya da iki kez gittim oldukça ilginç bir yerdi giriş ücreti biraz pahalı idi ama değiyor, bu binayı ve içini de ayrı bir başlıkta anlatacağım.
Merkeze geri döner isek, 1. Viyana civarındaki kafeleri ve özellikle İtalyan dondurma ve pizzacılarını denemelisiniz, son olarak Schottentor’ dan bineceğiniz (yer altından biniliyor) 45 tramvayı ile ulaşacağınız TurkenSchanz parkına gidebilirsiniz, park adını Viyana kuşatmasında Türklere yapılan direnişten alıyor, direnişin bu bölgede yapılması sebebi ile böyle bir isim verildiği söylendi bana, parkın çevresindeki demirler ve kapısında ay yıldız bulunuyor ve bir savunma alanından daha çok sanki o dönemdeki Türklere bir saygı olarak yapılmış gibi bende bu izlenimi bıraktı, içinde çeşitli heykeller var ve bunların pek bu kuşatma ile alakasını kuramadım ama yakın tarihte yapılmış bir de Yunus Emre çeşmesi var, Osmanlı mimarisi ile inşa edilmiş bu çeşmenin dört tarafında Yunus’ un sözleri Türkçe ve Almanca olarak yazıyor buraya kadar gelmişken vakit ayırıp görebilirsiniz. Kahlenberg kalesinin bulunduğu Viyana’ nın tek tepesine (dağ demeye dilim varmıyor) çıkarak bir de şehre buradan bakabilirsiniz. Son olarak Viyana-Bratislava arasında ki tekne turları ile artık Slovakya’ nın da Schengen olmasını fırsat bilerek bir Bratislava yapabilirsiniz, Tuna nehrini takip ederek Bratislava giden turlar karşılıklı seferler yapıyorlar siz isterseniz bir gecede Bratislava’ da konaklayın burada da gezecek yerler var.

Evet yazımız içerisinde bir kaç kez telaffuz ettiğim üzere Viyana Kafe Hausları ve Konditorei leri ile ünlü, yani kahve ve pasta, kahvelerde ismi belki de sizlere yabancı gelmeyecek çeşitler var, son yıllarda Starbucks şubeleri açılması biraz garipsendi burada çünkü zaten var olan bir kahve kültürünün üzerine etmek pek mantıklı gelmedi insanlara, ben Melange veya Cafe Latte içmenizi öneririm her ne kadar makine yapıyor olsa da usta bir elin değmesi ile üzerindeki köpüğünün ortasına döktüğünüz şekeriniz ile ayrı bir tat, pastalarda ise Sache Torte, Apfelstrudel, Tiramusu önerilerimdir, diğer taraftan her tarafta bol bol göreceğiniz Anker lerden özellikle sabahları taze Krapfen, Kipferl ve Topfen Kolache yiyebilirsiniz.

Sokaklardaki büfelerin pek çoğu Türk yeri olduğunu hemen belli eder buralardan döner alıp yiyebilirsiniz, ama içinize sinmeyen hiçbir yere yanaşmayın derim. Yine Türk yoğun semtlerde Türk restoranları da var, kaliteden anlayacağımız şey görüntü ise iyiler, yok lezzet arıyorum derseniz Patlıcan Kebabı istiyorum dediğinizde patlıcan ile birlikte biraz sulu bir köfte geliyor ise, ya da Adana Kebab yemek istediğinizde sadece kıyma ile yapılmış bir şeyler ile karşılaşırsanız şaşırmayın. Hiç bir şeye güvenmiyor iseniz “McDonalds gibisi yooookkk”
Viyana sokaklarında en çok rastlayacağınız şey tavuk şinitzelciler, sebebi Wiener Schnitzel’ den geliyor. Wiener Schnitzel benim bildiğim sığır eti ile yapılan bazılarına göre aslı domuz eti olan ve ama günümüzde tavuk göğsünün bir kesim tekniği ile incecik ve büyük olarak açılması sonra da sütle yumuşatılarak galeta unu
yumurta karışımı bulanarak pişirilmesi ile elde edilen Viyana’ ya özgü bir yemek. Bununda en iyisini herhalde Wiener Wald’ te yersiniz, tabii bu lokanta sadece tavuk ve domuz eti yapıyor, sığır, dana ya da koyun yok dolayısı ile size kalmış bence herhangi bir yerden alacağınız Semmel denilen yuvarlak ekmek arası şinitzeller daha kaliteli. Wiener Schnitzel’in tarihçesi ile ilgili biraz fazla okumuş bir Avusturyalı arkadaşımdan edindiğim tarihçe ise biraz garip 🙂 ama kısaca değineyim, kendisi orjinalinin Doğu Roma kökenli olduğunu burada imparatorun zenginlik göstergesi olarak tavuk şinitzeli altın suyuna batırtarak ince bir kaplama ile misafirlerine sunduğunu (tv de çokça görmüşsünüzdür bir ara baklavasını bile yaptılar) Doğu Roma imparatorluğunun yıkılması sonrasında bunun Cenevizliler tarafından Avrupa’ya getirildiği ama aynı görünümü yumurta ve mısır unu ile paneleyerek elde ettiklerini (fakirliğin gözü kör olsun) akabinde Avusturya imparatorluğu tarafından sahiplenildiğini anlatmıştı, böyle de bir rivayeti size aktarayım istedim.
Viyana’ da en çok satılan içecek kola değil, tabii ki redbull, çoluk çocuk yaşlı herkes bu milli içeceği her şekilde tüketiyor, aslını pahalı bulanlar sahtesini içiyor hatta Red Dragon adı ile satılan Türk mamülü bir imitasyonuda var, sonrasında ise Rauch marka meyve suları ve Ice Tea çeşitleri geliyor. Yazın marketlerde ve sokak satıcılarında enteresan meyveler satılıyor, bunların içinde oradaki köylülerin yetiştirdiği taze böğürtlenlerden Litchi denilen garip tropikal meyvelere kadar var. Dükkanlar hafta içi 7 ye kadar açık bu saatten sonra ekmek alacak yer bulamazsınız ona göre, hafta sonları ise cumartesileri daha erken kapanıyor pazar günleri ise kimse açmıyor, tabii bu söylediğim özel işyerleri, marketler ve ankerler için geçerli, Türkler her zamanki çalışkanlıkları ile fırınlarını, kahvelerini bilimum dükkanlarını açık tutuyorlar sanki bir para onlara lazım hayret bir şey. Sokaklarda yoğun bir polis göremezsiniz ama yanlışlıkla bir olayın ortasında kalırsanız nereden bittiklerine şaşırabilirsiniz özellikle yaşlılar zaten sivil polis görevi yapıyor ve hemen polisi arayarak görevlerini yerine getiriyorlar. Bunun dışında çok güvenli bir şehir mi diye sorarsanız ben turist olarak geldi iseniz geç saatlerde yalnız ve karanlık bölgelerde dolaşmayın derim. Diğer türlü başınıza pek bir iş gelmez ama yine de dikkatli olun, eskiden araba kapısı kilitlemeyen Viyanalılar artık ev kapılarını gündüz bile kilitliyorlar, özellikle hırsızlık, gasp ve soygun olaylarında artış var, hatta evine çelik kapı taktırmak isteyenler için devlet destekli kredi var.
Viyanalılar genellikle İngilizce de biliyorlar ama Almanca konuşursanız sizi daha çok severler, tabii ki Hochdeutsch konuşamayacağınızı bildikleri için turist olduğunuzu da anlamadı iseler size amele muamelesi yapabilirler, “nix verstehen, andere baustellen” durumu olabilir. İyi Almancanız yoksa kasmayın Avusturyalılar ile İngilizce konuşun, Türklere zaten İngilizcede bir adres sorsanız, Almancada sorsanız o kendi kendine düşünürken “nerdeydi lan bu ****** yeri” diyecek ve Türk olduğunu anlayacaksınız o dakikadan sonra rahat olun salın gitsin. Diğer taraftan iyi Almanca biliyorsanız bile kılın birine denk geldiğinizde size Wiener Dialekt yapacağı için muhtemelen yine bir şey anlamayacaksınız diyorum ya takmayın kafanıza 🙂 eh her şeyin önüne Wiener getiren ve her şeyi kendinin zanneden ama aynı zamanda her şeyin de şehirde yaşayanlara ait olduğunu iddia eden bir şehri tanıtmaya çalışınca ortaya ancak bu çıkıyor.
Bu kısımda anlatacağım yer Viyana’ da çok menşuuuur diyerek anlatılan, ama nedense benim tanıdığım hiçbir Viyana’ lının gidip görmediği, hatta bırakın görmeyi 200 m. ilerisinde tramvay durağında bu binayı soran adama cevap dahi veremedikleri, iğrenç Almancam ile benim tarif verdiğim bina. 🙂 Yani anlayın Viyana’da ne kadar meşhur olduğunu. Şaka bir yana binayı meşhur eden bence daha çok turizm acenteleri, çünkü Viyana’da turistlerden para alarak götürdüğünüz ama götürürken para harcamadığınız nadir yerlerden birisi, yani hoppa listeye yaz Hundertwasserhaus gezisi diye, ona bir bedel biç ve hepsini cebe indir, süper numara. İkincisi de binanın estetiği nedeni ile bir ihtimal mimari ve sanat çevrelerinden ve öğrencilerden ilgi görmesi, ben bunların dışında bir ihtimal veremiyorum.

Genel olarak üstteki resim size konu hakkında biraz fikir vermiştir sanırım. Buna da ayrı bir yazıda değinmek istiyorum çünkü kısalttım dediğim yazının bayağı bir uzun olduğunu ancak fark ettim ve bu yazıyı burada keseyim diyorum.
Şehir ne kadar soğuk ve albenisi yok gibi dursada en kötü durumdaki insana bile bir sosyal hayat sunabiliyor, fakir ama mutlu olabilirsiniz bu şansınız var tabii olmak istiyorsanız, diğer taraftan tüm dünyadaki etkiler ve gelişmeler burada da yaşanıyor yani hayat her yerde aynı, benim Viyana’ da en beğendiğim şeylerden birisi eğitim imkanları, burada okuyan pek çok Türk var ve bunların büyük çoğunluğuda Türkiye’ den gelenler Viyana’ da doğup büyüyenler bu imkanı yeterince ve doğru kullanmıyorlar ve beni sinir ediyorlar, çok güzel işleyen bir eğitim sistemi var, tüm imkanlar ayaklarının altında ama onlar biraz çalışıp Gymnasium a gitmektense, önemsemeyip son günde okul kaydı yaptırmaya çalışıp yer bulamayınca keşlerin arasına gidiyor ve sonrada kayıp oluyorlar, halbuki Viyana üniversitelerinin eğitimi ve sunduğu imkanlar çok güzel fakat dediğim gibi nedense özellikle buralı gençler bunu bu kadar önemsemiyor sonrada marketlerin depolarında iş verildiği zaman beğenmeyip çalışmıyorlar.
Aslında buraya dair anlatacak çok şey var ama bunları ayrı ayrı yazılar halinde zaman zaman ele alacağım, sanırım yazılarım arasında en yoğun konuyu Viyana oluşturacak.
selam.o Kadar güzel yazilmi$ ve tanitilmi$ki zevkle okudum cok te$ekürler:-)
Bu uzuuun yazımı okuduğunuz için ben teşekkür ederim 🙂 biraz eski bilgiler ama iş görür 😉