İstanbul’ un raylı sistem tarihinde unutulmuş hatta unutturulmuş bir hikayedir “Tramvaylar”, öyle ki dönemi yaşamış aile fertlerimden bile hiçbir şey duymadım onlar hakkında desem yalan olmaz, belki çocukluk anıları olduğundan belki de gençliklerinde çokça gezme mümkün olmadığından. Hâlbuki tramvaylar 1956’ ya kadar Şehremini’ den Eminönü’ ne gitmenin yegâne unsuruydular, ta ki “bu tramvaylar eski, tamiri zor, elektriği dert ama lastik tekerlekli taşıma iyi, hızlı, direksiyonu var kır sağa sola” fikri birilerinin aklına sokulana kadar. Sonrasında otobüsler ardından bir süre troleybüsler (benim de aklımda hep Yeni Camii önünde ya da Çarşı kapı da arşesi çıktığı için bizi yolda bırakması ile yer etmişlerdir) ile ulaşım ihtiyacımız giderildi.
1950′ lerde modern tabir ile İstanbul’ un o dönemde ki kentsel dönüşümünde sadece evler ve bazı tarihi binalar yıkılarak yollar açılmadı, hedefte trafiği yavaşlattığı, tamir edilemedikleri için sürekli yolda kaldıkları bahanesi ile tramvaylar da vardı. İlk darbeyi 1956 yılı itibari ile Aksaray meydanında başlayan çalışmalardan aldılar, raylar metre metre sökülerek önce Topkapı ve civarının, sonra Fatih ve Boğaz kıyılarının şehir ile olan tramvay bağlantısı kesildi. 1914 yılından beri hizmet veren elektrikli motris ve vagonlar önce gemiler ile Üsküdar Kadıköy tramvayları bünyesinde çalışmak için Anadolu yakasına taşındılar.

1966 yılında buradaki hizmetlerine de son verilerek Kuşdili mevkiinde kurulan Toplu Taşım Müzesine kaldırıldılar. Kuşdili Taşıt Müzesi geleceği kurulan bir kentin toplu ulaşım geçmişini anlatacak tek unsur olarak belki de en doğru adımdı. Sadece tramvaylara değil bazı otobüs modelleri ve tramvay işletmesinden kalan efemera ve malzemeye de ev sahipliği yapan müze halktan iyi kötü bir ilgi görmesine rağmen dönemin yetkililerinin ilgisizliği nedeni ile kaderine terk edildi. Zamanla bırakın açık havada korumasız bir şekilde bırakılanları, depodan bozma bir kapalı alanda sergilenen araçlar dahi çürümeye başlıyordu.

Taşıt müzesinin kapatılması ile tramvay araçlarına yeni bir yol görünmüştü, zaten oldukça harap durumdaki araçlar tekrar İstanbul yakasına taşınmış ve Avcılar İETT kampında çalışanlara “kamping odası” olarak görevlendirilmişlerdi. Uzun zaman bu kampta çocukların camlarından girip çıktığı, üstünde tepindiği, yazın güneş, kışın yağış ve rüzgâr altında iyice harap duruma düşen araçlar bir süre sonra tamamen hurdaya çıkarılıyorlardı. Bu ara dönemde bir kısım araçların satılmasına yönelik girişimler olsa da “astarı yüzünden pahalıya gelecek” bu işe pek kimse yanaşmıyordu, en son gazete küpürlerinin bize anlattığı üzere araçlar kilo ile hurdacılara satılarak bir geçmişin “nerede ise” tamamen yok ediliyordu.

Günümüzde bu 176 vagondan geriye kaç tane kaldığı sorusuna cevap verebilecek birilerini bulmak çok zor. Geriye kalan araçlardan 2 tanesi Rahmi Koç Müzesi tarafından revize edilerek sergilenmek üzere satın alınmıştır. Nitekim 20 numaralı Kadıköy-Moda hattında kullanılan sarı renkli heybetli Siemens özenle tamir ve revize edilerek bir adet Kışlık Atlı Tramvay ile birlikte müzedeki yerini almıştır, fakat Kuşdili Taşıt Müzesindeki günlerinde ziyaretçileri karşılayan 131 numaralı 6 camlı İstanbul yakası tramvayı ise maalesef son hali ile hiç iç açıcı görünmemektedir.

Kuşdili müzesinden arta kalan fotoğraflar, kırtasiye malzemeleri ve efemera uzunca bir süre Karaköy İETT binasının alt katında sergilendi ise de, görsel olarak tarih kokan bir tramvay aracına dokunmak ile aynı hazzı asla veremedi. Tramvaylı döneminde İstanbul’un emsali kentlerin bugün sahip olduklarının yarısı kadar dahi bir tramvay müzesi kurmak mümkün olamamıştır İstanbul’ da. Çok değil, bir kışlık bir yazlık iki atlı tramvay, bir çift katlı atlı tramvay ile topu topu 3 markanın 4-5 modeliydi saklanacak olan ama yapılmadı, politik ya da işletmeci taraflı nedenlerini bilemiyorum ama genel olarak kentlilik bilinci, kente aidiyet ile ilgili ciddi bağlantı sorunlarımız olduğunu, bu konununda bu çerçevede ele alınmasını gerektiğini düşünüyorum.
İstanbul’ un tramvaylı günlerinde Avrupa’ nın bu konuda önde gelen şehirleri ile yarıştığını, yine aynı dönemde özellikleri sıralanırken tramvayların dakik ve düzenli işlemesi ile anıldığı günler artık geride kaldı. O kadar geride ki, bize bu güzel günleri hatırlatacak fotoğraflar dışında bir bilgi ya da belgeye ulaşabilmek çok ama çok zor, dönemi yaşayanların hatıraları ise zaman zaman birbirine karışmakta olduğundan ışık tutacak detayları nerede ise cımbızla ayıklamak gerekiyor. Bu konuda arşivleri ciddi anlamda karıştıran bir kaç gönüllü dışında pek bir heveslisini bulmakta mümkün değil gibi.
Gönül isterdi ki, tarih yapraklarında her ne kadar “gelinlik kızlar gibi süslü” benzetmesi yapılsa da aslında idama giden mahkûmlar gibi durgun ve solgun oldukları 1961 yılının 12 Ağustos günü bir iade-i itibar ile Tramvay günü olarak geri dönsün. O günün gençleri bugünün yaşlıları ile günümüzün gençlerine eski tramvayları, tramvay çalışanlarını, tramvay adabını ve kullanımını anlatalım, o tarih kokan tramvaylarımızı bizde sokaklarımıza çıkartıp bir şehir turu yaptıralım… Ama ne mümkün…

Tüm bu işlerin maddi yükü, harcanacak zaman, mekân ve işletme hepsi ama hepsi bana göre göğüslenebilecek riskleri ve getirileri içermektedir, sadece para gücü ile bir iki modelin yeniden imali yaptırılabilecek işlerdir. Ama şu soruyu sormadan edemiyorum, aynı hazzı alabilecek miyiz? Yoksa yepyeni vinil ve cila kokuları, her halinden ilk astarı üzerine boyandığı belli olan kaportası ve hiç kullanılmadığı ayan beyan ortada inecek var zili ile sadece ben ve benim gibi bir kaç tramvay delisini mutlu etmekten fazlasını yapamayacak bir eleştiri tahtası mı yapmış oluruz? Bunun cevabını veremiyorum.
Bugün Kadıköy sokaklarında dolaşan 1960 tevellütlü Gothalar geldiği şehirde artık müzede yer alıyor, İstiklal caddesinin emektarı 143 ise, 1912 yılına ait kafa kâğıdı ile çalışan (düzenli olarak) en eski tramvay olmaya hak kazanmak üzere. 1910’ ların 4 camlıları, 6 camlı sürgülü kapılı Bebek tramvayları, 30 lu yılların modeli ortadan kapılı sarı Siemens ve 40 ların havalı kapılı Şişli tramvaylarını ancak fotoğraflar da yada yurtdışındaki müzelerde görmekten başka şansımız yok. Bugün bu araçlardan geriye yürür durumda Taksim-Tünel hattında kullanılanlar dışında araç kalmamıştır. RMK Sanayi Müzesinde sergilenen 1′ er adet elektrikli ve atlı tramvay haricinde yine bu müzeye ait olduğunu öğrendiğimiz ve en son Tuzla’ da bir depoda görüntülenen 131 nolu motris dışında bir araçtan söz etmek mümkün değil, tabii ilk zamanlar Kağıthane Otobüs Garajı kapısında duran 85 numaralı yazlık atlı tramvayı saymaz isek. Yine tramvay olmasalar da 1960 lara ait tünel vagonları da müzeliktir, konu ile ilgili araştırma yaptığım dönemde Hasanpaşa’ daki eski havagazı deposunda tinercilere mesken olmuş, içinde yakılan ateşler ile sağı solu tutuşturulmuş ve türlü pislik içinde idiler, bir tesadüf ile takip eden aylar içerisinde bu halleri TRT de bir habere konu edildi. Kanaatimce bu haber en azından bu Tünel vagonlarının kurtarılmasına vesile oldu, bugün bir tanesi işletme tertibatı ile birlikte Rahmi Koç Müzesinde tertemiz sergileniyor, diğerleri de yenilenerek Bağlarbaşı’ ndaki Kültür Merkezi’ nin bahçesine alındılar.


Bağlarbaşı’ nda kurulan merkeze “Ulaşım Müzesi” denilse de ben üzülerek buna katılamıyorum. Artık var olmayan tramvayları, tam bir serisi bulunmayan çalışan elbiseleri, kayıp biletçi kutuları, ortalıkta bolca gezindiği için henüz koleksiyon değeri olmayan bilet örnekleriyle hayalini kurduğumuz “İstanbul Toplu Taşım Müzesi” nden çok uzakta kalacak. Bu düşünceye sahip olmamın tek sebebi bu konularda kurumsal bir arşiv zihniyetinin olmaması. 1889 – 1966 arasından vazgeçtim, 1989 da inşa edilen modern tramvay hattına ait düzenli bir arşivden bile söz etmek mümkün değil. Modern dönemdeki raylı sistem hatlarının bile inşaat, araç alımı, araçların numaraları ve teknik özelliklerinin bir arada bulundurulduğu, profesyonelce takip edildiği ve istenildiğinde çıkarılabildiği bir oluşumun olmaması, bu bilgilerin pek çoğunun detaylarının İstanbul’ un ulaşım sistemlerine meraklı sade vatandaşların gazete kupürü koleksiyonlarından takip edilmesi böyle düşünmem için yeterli. Yine de gerek Bağlarbaşı’ ndaki bu alan gerekse bu yazıda değinemediğim Sirkeci tren garı içerisinde bir odaya derlenebilmiş malzemeler ile ortaya çıkarılmış “TCDD Müzesi” gibi işleri takdir ediyorum ve umuyorum ki bir gün birileri bu işleri bir adım ileri taşıyacaktır.

2006 yılında çalıştığım kurumda bir öneri vermiştim, kötü durumda bile olsa “eski bir tramvay aracı” bularak, elden geçirilmesi, yenilendikten sonra da uygun bir noktada sergilenmesi olarak özetleyebilirim konuyu. Aslında çok daha geniş kapsamlı bir öneri ile yola çıkmıştım ama bürokrasiyi aşmanın sıkıntılarını bildiğim için küçük çaplı bir sergi alanı hevesim en başından kursağımda kalmıştı. Yöneticilerimin konuya ilgili yaklaşımı, verdikleri izin ve destek ile yaptığım araştırma da karşılaştığım manzaralar hiç iç açıcı değildi, hatta benim için çokta üzüntü verici bir tecrübe olmuştu.
Maalesef ilgili kurumlar içerisinde bu konuda bilgi alabilecek birini bulmak mümkün olmadı ama elinden geldiğince yardımcı olan bazı kişiler sayesinde ulaştığım malzemeler ise önerimin de ölümü anlamına gelmişti. İETT arşivine girme şansı bulamadığım döküman olarak bir şey zaten elde edememiştim, Kağıthane otobüs garajında ise bir kaç maket, tarumar olmuş eski malzemeler, sanki idamdan arta kalmış bir makinist kabini, iki hat tabelası, bir daktilo ile kapıda duran yazlık atlı tramvay, Hasanpaşa havagazı depolarında da tinercilerin mesken edindiği 2 eski tünel vagonu. Bu gördüklerimden sonra bir müze oluşturma fikrini gömmek yine de kolay olmadı benim için, en zoru uzaktan sevmek derler ya, hakikaten eski İstanbul tramvaylarını da uzaktan sevmek çok zor geldi. Ara sıra Tünel’ den Taksim’ e tramvay ile çıkmak, Rahmi Koç Sanayii Müzesinde 20 numaranın içine girmek ya da belki başka ülkelerin başka şehirlerindeki müzelerini gezmek hevesimi bir nebze alevlendiriyor. Aynı dönemde sergilenmesi amacı ile yaptırdığım fakat fikrin ölmesi ile kendilerine asılacak bir duvar dahi bulamayan eski tramvay aracı hat tabelalarının akıbetini ise uzun zamandır takip etmiyorum, en iyi ihtimal ile bir depoda olmalarını ümit ediyorum.

Yaşadığımız anın yarın tarih olacağı bilinci ile bugüne ait olanları yarınlara doğru bir şekilde aktarma çabası içerisine girersek, umuyorum ki bizden sonraki nesiller tekrar buna benzer satırları kaleme almak zorunda kalmayacaktır. Bu yazıya konu olan tramvaylar görmediğim ve yaşamadığım anıları ile adı üstünde “Eski İstanbul Tramvayları” olarak kalacaklar. İnşallah yukarıda ki dileğim gerçek olur da, bugünün gençleri gelecekte bugün kullanılan araçları en azından bir sergi alanında görme şansına sahip olurlar.
Esat Tanören
Bu yazı ilk olarak 2006 yılında İstanbul Raylı Sistemler Bülteninde yayınlanmak üzere tarafımdan kaleme alınmış fakat yayınlanamamıştır, online olarak 2007 yılında www.ulasimturkiye.com sitesinde “Bir Hayal: İstanbul Tramvay Müzesi” adı ile yayınlanmıştır. Bu versiyon; arada geçen zamanda edinilen bir takım bilgi ve gelişmeler nedeni ile düzeltme ve ilaveler yapılarak yayınlanmıştır.
Kendi kendime “Çocukluğumda gezdiğim bu müzenin tramvayları acaba şimdi nerede” derken, dilimize siz tercüman olmuşsunuz. Kaleminize sağlık,
Teşekkürler Nasuhi Bey, içimden geldiğince yazmaya çalıştım ama maalesef konu ile ilgili bizim gibi insanlara nostalji sever hatta meczup gözü ile bakanlar olduğu sürece daha çok böyle değer kıymeti bilinmeden jilet fabrikalarına gidecek gibi görünüyor.
Teşekkürler Nasuhi Bey, içimden geldiğince yazmaya çalıştım ama maalesef konu ile ilgili bizim gibi insanlara nostalji sever hatta meczup gözü ile bakanlar olduğu sürece daha çok böyle değer kıymeti bilinmeden jilet fabrikalarına gidecek gibi görünüyor.