Paris… Romantiklerin ve romantizmin merkezi, aşıklar kenti, sanatı ve midesini sevenlerin yaşadığı yer. Bunlar benim sözlerim değil beni tanıyanların bu sözleri etmeyeceğimi bilir, her ne kadar genel kanı ve anlatım bu yönde olsa da bir de ben gördüklerimi anlatayım bakalım.
2007 yılı Ekim ayının son günlerinde oldukça serin bir sonbahar havasında Paris’ e indik. Karşılaştığım puslu hava bende pek iyi bir gezi olmayacağı düşüncesini uyandırsa da keyfimi bozmadan 3 gün içinde buraların altını üstüne getireyim diyerek motive oldum. Gezilerin en zor tarafı grup halinde hareket etmek ya da eşlik ettiğiniz kişiler ile uyumu yakalayabilmektir, neyseki grubumuzdaki arkadaşlar ile birbirimizi uzun zamandır tanıyordukta birde birbirimizi yolculukta tanımak zorunda kalmadık. Orly havaalanında Paris gibi bir kente yakışmadığını düşündüğüm Atatürk havalimanının yarısı kadar ve hizmette yarısı kadar olamayacak bir görünüm ile karşılaştığımı söylemeliyim. Paris’ e gidecekler için bir uyarı basit bir harita okumayı biliyorsanız kesinlikle kaybolmazsınız, ikinci uyarı sakın bizim gibi 3 günlük tüm bölgeler bileti almayın, sonra üzülürsünüz, neden demeyin siz Mobilis isimli biletten alın çünkü Paris’ e turist olarak giden herkes gibi sizinde gezeceğiniz göreceğiniz yerler belli ve bunların hiçbiri için tüm bölgelerde geçerli bir bilete 20 euro vermeye gerek yok, evet kazıklandık. Yine bağlantılı olarak şunu belirtmeliyim, (artık herkesin bildiği üzere) ulaşım sistemi çok iyi planlanmış ve çokta iyi çalışıyor, çalışmayan tek şey zaten olmayan temizlikçiler, Pariste geziniz boyunca hiçbir yerde umumi helâ göremeyeceksiniz (dilimi ısırayım Eiffel’ in dibinde bir yeraltı ve biraz ilerisinde de prefabrik vardı 2 tane) yani bu konuda sıkıntı hissetmeyin bütün duvarlar, çalılıklar ve özellikle metro istasyonları sizin, bu konuda özgürlüğün tavan yaptığı bir şehirde olduğunuzu hissediyorsunuz. Şahsen 3 gün boyunca acaba hepatit bulaşmadan nasıl geri dönerim korkusunu bariz bir şekilde yaşadım. Bir ilave, bildiğim kadarı ile artık Charles de Gaulle Havalimanına’da uçuşlar var hatta THY sadece bu limana uçacaktı artık, oradan da yine Orly’den olduğu gibi RER banliyö trenleri ile kente erişebiliyorsunuz.

Şehirde otel problemi yok, bu konuda çok fazla seçeneğiniz var. Online rezervasyon yaparak gittiğimiz otel çok iyi durumda olmasa da o paraya iyi bir otelde kaldık diyebilirim. Yanlış hatırlamıyorsam oda için geceliğine 50 euro civarında verdik 3 yıldızlı olduğunu iddia ediyordu ama tartışılır. Biz Gare de l’est bölgesinde Hotel Paris’ te kaldık bu isimde çok hotel var ama arkadaşlar Ibis Otel zincirini tavsiye ettiler ücretine göre çok daha iyi hizmet verildiğini de belirttiler. Bende size Gare de l’est (Doğu Garı) ya da Gare du Nord (Kuzey Garı) civarında kalmanızı öneririm, bunun iki sebebi var bir kere metro ayağınızın dibinde istediğiniz her yere nerede ise otellerin kapısındaki metrolar aracılığı ile gidebiliyorsunuz, ikincisi şehir merkezindeki bir otele daha fazla para ödemenin alemi yok, otel yemekleri hakkında yorum yapmayacağım çünkü yemedim, nedeni malum domuz olması muhtemel (bu yazıyı kaleme aldığımda at eti skandalı diye bir şey yoktu :)) ama kahvaltıları tavsiye ederim çekin besmeleyi devam. Bunun dışında gün içerisinde yemek ihtiyacınız için her tarafta göreceğiniz Türk, Cezayir ve Fas restoranlarında “Halal ibaresi ile eşşek kadar gözünüze sokulmuş” sığır ya da koyun eti yiyebilirsiniz, McDonald’ s ya da tavuk ürünleride bir tercih olabilir, şahsen Türk restoranlarını daha temiz ve iyi gördüm, buradan Yunus Türkü Evine selamlar 😉 şehir içi yolculuk ile ilgili bir başka not sakın ha param var araba kiralarım her yere giderim olayına girmeyin çünkü paranız sadece araba kiralar park yeri değil, yani olmayan park yerleri için arabanızı cehennemin dibine park ederek yine dünyanın yolunu yürümek zorunda kalabilirsiniz tekrar ediyorum harita okumayı biliyorsanız metro, tren, tramvay ve otobüsler her yere gidiyor sadece iki kelime bilin Sortie->Çıkış, Correspondance->Aktarma gerisi gelir zaten.

Gezimizin ilk gününde otelimizi bulup valizlerimizi bıraktık ve kendimizi resmen sokaklara attık. Senn nehri kenarına indiğimiz gibi Japonlara taş çıkartan bir hızla deklanşörlere asılarak yürümeye başladık. Açıkçası iyi bir gezginimdir, keyif alıyorsam ve isteyerek orada bulunuyorsam tüm gün yürüyebilirim tek sorun neyin önünde durduğum ya da neyin resmini çektiğim hakkında fikir sahibi olmayı ikinci plana bırakırım, biz sürekli olarak gezilerimize 4 numaralı metro hattı ile gelerek St. Michel istasyonundan başladık, burada tüm turistler gibi pembe sütunlu ne olduğunu bilmediğimiz heykeli önünde resim çekilerek Senn nehri kenarındaki sanatçıları görmek üzere nehir kenarında ilerledik. Bu çeşme ile ilgili şöyle derleme bir anlatım buldum merak edenler için.

Nehir boyunca pek çok eski kitap satıcısı var, değişik konularda kitaplara ulaşabiliyorsunuz ayrıca reprodüksiyon resimler, gerçek yağlı boyalar ve esprili tabela tarzı şeyler ile her köşe başında, Eiffel, Etoil ve Notre Dame Kilisesi minyatür heykelcikleri satan adamlar, kadınlar, çocuklar ve hintliler mevcut. Hintlileri özellikle belirttim, adamlar işporta olayını bizden öğrenmiş heralde bir kaçışları var zabıtamıdır polismidir onlardan acayip. Size Eiffel’ in altında zorla Eiffel satıyorlar, altında oturuyorum resim çekildim ne yapayım onları hemde pahalı, tavsiyem Notre Dame’ in önündeki kır saçlı Türk abiyi bulun, daha ucuza daha çok alabiliyorsunuz biraz bağırarak Türkçe konuşun o sizi bulur 😉
Kentin ortasından geçen Senn nehri üzerinde irili ufaklı pek çok köprüden diğer kesime geçebiliyorsunuz, biz biraz zigzaglı bir güzergah izledik ve pek haritalardan da faydalanmadık açıkçası. Louvre Müzesi ne çıkabilmek için kısa bir tur attık ama müzenin içini gezmedik, çünkü sadece bu müzeyi başlı başına gezmenin bir günü alacağını söylediler bizde vaktimizi kapalı bir alanda harcamak istemedik açıkçası. Fakat oraya kadar gidipte illuminati piramitlerinin önünde resim çekilmezsek olmazdı 🙂

Bu hızlı tur sırasında Louvre dan gözümüze kestirdiğimiz Eyfel kulesine doğru ilerlemeye başladık, bizi önce aşağıdaki resimde gördüğünüz bir zafer tak ı karşıladı, sanırım bu da Romalılardan kalmış olsa gerek, gittikleri her yere bir tane dikivermeyi adet edindikleri için diye düşünürken üzerindeki abidik gubudik yazılardan Napolyon’un Viyana seferi ile alakalı olduğunu çıkarttım diyebilirim, bunu ultra güvenilir google ya da wiki den bakmak lazım 🙂 şimdi şüpheye düştüm, Viyana dakini de Roma anıtı diye biliyordum acaba o da Napolyon’dan kalma bir şey mi? Neyse, hemen arkasında benim bugüne kadar gördüğüm kadarı ile kocaman (daha önce Viyana’ daki böyle sanıyordum) dönme dolaba aptal aptal baktıktan sonra yine bir kararsızlık yaşadık, havanın kararmaya başlaması ile Şanzeliye akmak ve Eiffel’ e ulaşmak arasındaki istek, görmek istemesenizde gördüğünüz sivri çelik şey yüzünden ister istemez Eiffel den yana oldu. Yine iyi bir yürüyüile vardığımız Eiffel’ in yaklaştıkça büyüyen ihtişamı, devasa görünümü, baştan beri aşağıladığım o çeliksi ve eğreti yapısının aslında gerçek bir mühendislik eseri olduğunu anlamama ve gerçektende yakından güzelmiş dememe sebep oldu.



İkinci günümüzün Pazar’ a gelmesi Darül Harb’ e sefere gelmiş akıncılar gibi dalga dalga akan grubumuz üzerinde Notre Dame kilisesinde pazar ayinini basma isteği uyandırdı. Bu istek ile yine St. Michel istasyonunda (ne mübarek yer kaç sefer kullan kullan bitmedi) inerek bu sefer sağa yani meşhur kiliseye doğru ilerledik, yapıyı bu bölgeden istemesenizde görüyorsunuz zaten. Ön bahçede Eiffel anahtarlıklarımızı 3 euroya 7 tane aldıktan sonra (Türkün Türkten başka dostu yok) kilisenin ön yüzünde bulunan iki kapıya doğru ilerledik girişler sağdan çıkışlar soldan, içeri giren kadar çıkanda var, bina bence bütün olarak estetik değil sadece irice legoların üstüste gelmiş hali gibi ama detay olarak incelediğinizde çok güzel bir taş ve cam işçiliği kendisini gösteriyor. Açıkçası bir sürü tarihi eser görmeme rağmen hala Barokmudur, Gotikmidir, Rönesansmıdır nedir bilemem, sadece insani bir ihtişamı var onu fark ettim. Çünkü ben Yaratıcının “aman benim için içine ejderha sığacak büyüklükte ibadethaneler yapın” dediğine inanmıyorum.


Biz tam ayin esnasında içeri girdik, bu anlamda ilk defa bu bir Hristiyan ayinine şahit olan birisi olarak enteresandı, bunun yanlış anlaşılmasını istemem ama iyi bir şov vardı içeride. Tabii bir yandan ikona ve camlara bakıp bir yandan ayine göz atarken aynı oranda sessizliğimizi de muhafaza ederek gereken saygıyı gösterdiğimizi düşünüyorum. Burada çok oyalanmadan hızlı bir şekilde meşhur Bağdat caddesine çıktık 🙂 Paris’in Bağdat caddesi işte Şanzelize diyorlar burada, “Not: Fransızcada Masa yazarsanız Sandalye okunur, bu yüzden Şanzelize de Champ de Ellyse diye yazılıyor bilginize” eh buraya gelmişken şöyle havalı bir Paris kafesine oturup yoldan geçenlere karşı kahve höpürdetmeden olmazdı. Bir bulvar kafesine oturduk, genel olarak oturduğumuza hesabı ödeyene kadar pişmanda olmadık aslında. Kahveler gerçekten iyiydi, hesabı ödedikten sonra üste kalmasın diyerek kafenin tuvaletini de ziyaret ettik ve hızlı bir şekilde uzaklaştık. Ama yine gitsem yine o paraya bir kahve içerim orada 🙂

Bu bulvarın tepesinde “Charles De Gaulle – Etoille” Zafer Anıtı (Takı) yer alıyor, Charles De Gaulle adı yakın tarihte verilmiş, öğrendiğim kadarı ile “Etoil” YILDIZ anlamına geliyor, bu da bulunduğu konumdan çıkan caddelerin bir yıldız görüntüsü vermesi, burada kent planlamasında bu anıta çıkan caddelerin özellikle böyle planlandığı, altında yatan nedenin olası bir ayaklanma durumunda anıt üzerindeki askerlerin bunu hemen görmelerinin sağlanmasının olduğu kulağıma fısıldandı, tabii bu anlattığım uzak geçmişte olan bir şey. Anıtın altında ise Meçhul Asker anıtı ve Fransa’ nın çeşitli ülkelere yaptığı her katliam ziyareti anısına yere çakılmış tabelaları var.

Burada biraz fotoğraf çekip bir forum sitesi aracılığı ile tanışmış olduğum Kemal Çevik ağabeyim ile buluştum ve kendisinin rehberliğinde asıl ilgi alanım olan raylı sistemler turumuza Paris bilgileri eşliğinde başladık. Dar bir zamanda vakit ayırıp ilgilendiği için gerçekten müteşekkirim, ayrıca Paris topluulaşımı hakkında bildiğim ve kafamda tasavvur ettiğim bazı yanlışları düzeltmemi sağladığı için ayrıca teşekkür ediyorum. Metrolar ve tramvaylar hakkında göreceklerimi ve arada Sevr antlaşmasının imzalandığı Saray ile bir de Roma (eski Roma) Katedralini görerek Paris’e gelen her turistin hedefine yöneldim. Eiffel. Bu demir yığınının gece nasıl göründüğü hakkında fikir sahibi olmak için hızlıca merkeze döndüm. Bence Eiffel gece daha güzel, tabi siz siz olun benim gibi yeni aldığınız şarjlı pillerin dolu olacağını düşünme gafleti ile buraya gitmeyin, yoksa benim gibi sinirden ağlamaklı bir kahrolmuşlukla Eiffel’ in tepesinden Paris’ i gece görüntüleyemeden geri dönersiniz. Bu arada unutmayın Eiffel haritada RER C hattının Champ de Mars – Tour Eiffel istasyonunda kalıyor, 6 numaralı metronun Bir Hakeim istasyonuda 2-3 dakika mesafede.


Önceki gecenin hüsranı ile uyandığım ertesi sabah havanın puslu ve yağmurlu olması beni Eiffel’ e çıkmaktan alıkoyamadı, tüm kötü hava koşulları ve yükseklikle ilgili sıkıntılarıma rağmen Eiffel’ in ikinci katına kadar çıkarak Ratatouile filmindeki fare gibi bir halde resmimi çekildim, sonra yine tüm bu sırılsıklam halim ile Etoil e çıkarak buraya neden Etoile – yıldız denildiğini keşfettim.

Bu anlattıklarım dışında Paris bana pek güvenli bir şehir gibi görünmedi, Türkler her zamanki gibi kendi arasında kamplaşmış durumda, kuzey Afrikalılar her yerde, ayrıca Fransa’ nın ada sömürgelerinden pek çok zenci şehrin her yerinde kuaför dükkanlarında rasta yapıyorlar başka da bir şey yok, eğlence hayatı nedir hiç bilemiyorum çünkü ilgilenmedim ama sokakları ve metroları pislik içinde. İlla ki kıyas arıyor isek İstanbul daha temiz derim. Burada da paranız varsa herşeyiniz var yoksa banliyölerde sefillik diz boyu, her tarafı tarih içerisinde bir kentin arka sokaklarına girdiğinizde Tarlabaşında yürüyor gibi hissetmek sonra “ya Tarlabaşı olsa yine iyi” hissine kapılmak garipti, her ne kadar bize güvensiz ve kötü görünse de aynı sokaklarda çiftler ya da bayanların tek başına olduğunu görmek belki de yanlış düşünüyoruz düşüncesini de aklıma getirdi, yani bana kalırsa Paris’ i tam anlayamadım derim.
Günün ve amacın kısıtlı olması nedeni ile Versailles Sarayını gezemedim ki çok güzel olduğunu giden arkadaşlar aktardı bence sizler giderseniz kesinlikle görün, diğer taraftan bir bostanlıkta kurulu izlenimi veren Paris’ in tek tepesi olan ve tepe demeye bin şahit olan bölgesine giderek Sacre Coure görebilirsiniz, diğer taraftan La Defense bölgesinde Yeni Anıt ı görün, Zafer Takının modern versiyonunu inşa etmişler içini ofisler ile doldurmuşlar, bu bölgede modern mimari ile inşaa edilmiş çok büyük iş yeri ve alışveriş kompleksleri var, tüm bunların dışında ben inşallah bir sonraki gidişte Paris Disneyland ve Asterix Köyüne gideceğim 🙂 sizinde içinizde bir çocuk varsa gidin derim, gitmedim görmedim ama güzeldir herhalde.
Bir kaç resim ile bu uzun gezi yazımı da kapatayım.